Eine Bagdat Märchen - Bir Bağdat Masalı

Diese Geschichte habe ich besonders für die Kinder abgefasst. In dieser Geschichte habe ich auch über Geheimnisvolle Buch bestimmt. 
 
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman için de Bağdat şehrinin kenar mahallelerinde yaşayan küçük bir aile varmış. Bu ailenin reisi Kasım Bey, eşi ve tek çocuğu olan sultan için Bağdat sarayında gecelere kadar çalışıp, didinirmiş. Kasım beyin eşi nadide hanım kızı sultanla beraber oyunlar oynar, ona masallar anlatırmış.
Güneşin batmakta olduğu bir akşamüzeriydi. Nadide hanım kızının saçlarını tarıyor onu yatırmak için hazırlıyordu. Sultan babasını bile görmeden yatağına uzandı. Nadide hanım ona uzak diyarların eşsiz masallarından mısralar, beyitler okumaya başladı. Her gece olduğu gibi bu gece de sultan masallar eşliğinde uykusuna daldı.
Ufukta henüz belirmeye başlayan güneş, hafif hafif aydınlatmaya başlıyordu etrafı. Sabahın erken saatlerinde ahalinin pazarda yürüyüşleriyle uyandığını fark etmişti Sultan. Bahçede yalnız başına adımlarken, aniden bir kitabın toprağa gömülü halde durduğunu gördü. Biraz çabayla çıkardığı kitabın kapağında yazanları çözmeye başladı hemen. Sayfalarını karıştırdı fakat boş sayfalar olduğundan bir kitaptan çok deftere benziyordu. Odasına çekildi ve kitabın kapağında yazanları incelemeye başladı. Henüz okulda yeni öğrendikleriyle okumaya çalıştı. Pek anlam çıkaramayınca bunu defter olarak kullanmaya karar verdi. İlk sayfasını açtı ve bir şeyler karalamaya başladı. Bir süre sonra karalamalarının yok olduğunu görünce şaşkına döndü.  Ne olduğuna anlam veremiyordu. Sonra kitabın sayfasında bir şeylerin belirdiğini gördü. Arap harfleri ile “Selam ya sultan” diye yazıyordu. Sultan adını bile bilen bir kitap bulmuştu. Nasıl olduğunu bile anlayamamıştı. Kalemi tekrar eline alıp, oda cevap yazmaya başladı. Bir süre sonra kalemi kitabın yanına bırakıp düşünmeye başladı. Gizemli bir kitap bulmuştu. Bir insanla mektuplaşırcasına kitap konuşuyordu sultanla. Oldukça bilge ve ilim sahibiydi. Kitap her şeyi biliyordu. Tarihi, hayatı ve özelliklede geleceği. Kitabın en mükemmel özelliği ise bilinmeyenlerin nerede olduğunu söylemesi ve olmasını istenilenlerin gerçekleşmesini sağlamasıydı. Sultan ne olsun istiyorsa kitaba yazıyordu. Ardından isteğinin gerçekleştiğini görüyordu. Günlerce isteklerini yazıp durdu sultan. Ailesinin zengin olmasın, babasının padişah olmasını, güzel oyuncaklarının ve şık elbiselerinin olmasını istedi. Her isteği gerçek oluyordu. Bir gün kendini ıssız bir çölün tam ortasında buldu. Annesi ya da babası, hiç kimsesi yoktu yanında. Korku ve endişe kaplamıştı bedenini. Sert esen rüzgâr, sultanın elindeki kitabın bir anda uçup gitmesine sebep oldu. Ardından olabildiği hızla koşmaktaydı sultan. Bir süre sonra koşacak hali kalmayınca yere yığılmak zorunda kalmıştı. Yeşil elbiseli, şık bir kaftan giyinmiş, aksakallı, uzun boylu bir dedenin ona yaklaştığını gördü. Dedenin bastığı yerlerin yeşerdiğini ve o yaklaştıkça rüzgârın dindiğini fark etti. Aksakallı dede yeterince yakına geldikten sonra; “Ey güzeller güzeli, aydan daha güzel ay parçası, ben sana yardım için ta ötelerden geldim. Dile benden ne dilersen?” sultan ne diyeceğini bilemedi. İki dileği vardı aklında bunlardan sadece birini dileyebilirdi. Hangisini seçeceğine karar veremedi. Ailesinin yanında olmasını mı dilemeliydi yoksa gizemli kitabı tekrar bulmayı mı? Bir süre sonra ayağı kaklım gülümsedi. Sonra düşünmeye başladı ay yüzlü sultan kız. Sonra aklına bir fikir geldi. “Eğer gizemli kitabı istersem ondan ailemin yanımda olmasını da isteyebilir.” Diye düşündü. Sonra kararını verdi. “Aksakallı dede, bana gizemli kitabı bulmamı sağla. Onu bulmaktır dileyim.” Diye dileğini dile getirdi. Aksakallı dede; “dileğini yerine getireceğim ama şunu unutma ki bazen dilek dilemeden önce asıl öncelikli dileklerimizi iyi belirlemeliyiz. Emin misin kızım” diye sualini yöneltti. Ay sultan kız tekrar düşündü ve kararını verdi. Gizemli kitabı istiyordu. Çünkü onu bulursam o benim diğer tüm isteklerimi yerine getirir diye düşünüyordu. Aniden sultan kızın elinde gizemli kitap belirdi. Yavaş yavaş gözden kayboluyordu aksakallı dede.  Gizemli kitabı aldığında çok mutlu oldu sultan. Sevindi. Hemen sayfalarını açtı ilk dileğini yazmaya hazırlandı. Fakat yolunda gitmeyen bir şey vardı. Nasıl yazacağını bilmiyordu çünkü yazacak bir kalemi yoktu. Aniden semalar kararmış, rüzgâr tekrar esmişti ay sultan için. Tedirginlik duydu. Korku ve endişe tekrar bedenini sardı. O aslın da ailesini istiyordu. Onların yanında olmak, onlarla beraber olmak istiyordu. Ama o, onlardan önce kitabı istemiş, ondan ailesini istemeye karar vermişti. Şimdi dileği kabul olmuş, kitaba ulaşmıştı ama asıl istediği ailesi yanında değildi. “Keşke dededen ilk ailemi isteseydim.” Diye geçirmeye başladı sultan. Kitaba dileğini haykırdı. Vurdu, savurdu ama nafile. Kitap ona karşılık vermiyordu. Çünkü sadece yazılması gerekiyordu. Haykırdı ve kitabı parçalamaya başladı sultan. Bir süre sonra çöz rüzgârında savrulup giden gizemli kitabın sayfalarına sadece bakabildi. Ağlıyordu. Annesini ve babasını özlüyordu. Onu duyan, işiten kimseler yoktu. Bir dilek hakkı daha veren biriside gelmiyordu artık. Ne yapacağını bilmez halde sadece ağlıyordu hıçkıra hıçkıra. Aniden semada beliren bir ışık sezdi. Annesi göründü gözüne. Hayal miydi bu? Yoksa gerçek mi? Önce çölde bu tarz şeyler görmek doğaldır diye mırıldandı. Annesi; “Ay kızım, sultanım.” Diye seslenince, kendine geldi ay sultan. Ayağı kalktı, dayanamadı. Ağlaya ağlaya haykırdı annesine; “Anne, Annecim. Yardım et bana. Kurtar beri ne olur.” Diye annesine yönelmeye çalışıyordu. Bir süre sonra annesinin gözden kaybolması üzere, tekrar hayal kırıklığına uğramıştı sultan. Rüzgâr daha sert esiyordu. Çöl yerini derin suların kapladığı vadilere bırakmıştı. Şimşek,  yıldırım öğle sertti ki, gök gürültüsü öğle sert gürlüyordu ki, sultan kaçacak, sığınacak hiçbir yer bulamıyordu. Artık her yer su altında kalmaya başlamıştı. Sonra birden yağmurun olmadığını görünce, düşünmeye başladı. Yağmur yağmadan bu su nasıl dolar diye düşündü. Gözlerinden akan yaşlar vadiyi su altında bırakıyordu. Şimşek ve yıldırımlar kalbinin atışlarıydı. Gök öğle gürlüyordu ki düşünmesine bile engel oluyordu. Gözyaşlarında boğulmaktan korkuyordu artık sultan. Çırpınışlar, haykırışlar ve ağlayışlar sultanın tek yapabildikleriydi.

Aniden etrafın sessizleştiğini fark etti. Kendini bir vadide ya da çölde değil sanki bulutların üzerinde uzanmış yatar vaziyette hissediyordu. Hafifçe aydınlanmaktaydı etraf. Annesini gördüğünde içi kıpır kıpır oldu sultanın. Artık kendini mutlu hissediyordu. Huzur içindeydi. Etraf iyice aydınlandığında başucunda annesinin ona seslenişini duymaya başladı. Yatağın üzerinde annesine bakıyordu sultan. Aniden; “Anne, anne kitap, dede sular…” diye mırıldanmaya başladı. Annesi; “Ne kitabı, ne dedesi, ne suyu kızım.” Diye sorunca, sultan yaşadıklarının bir rüya olduğunu anladı. Hafifçe yatağından kalktı. Yıkanmak için banyoya yöneldi. Aynaya uzun uzun baktı. Her şey rüyaydı. Evet, her şey rüyaydı ama bir gerçek vardı. O da annesi ve babası hala yanındaydı. Bu onu o kadar mutlu ve mesut kılmıştı ki ömrünün sonuna kadar hep onların rızalarını kazanmak için yaşamıştı Ay sultan kız.
Bir Bağdat masalıda burada mutlu bir son buldu. Nice Bağdat masallarıyla nice mutlu ve mesut yıllara…

Değerlendirme: 5.0/1
Sayaç: 1432 | Ekleyen: jungnet | Etiket: Ein Bağdas' Märchen, Eine Bagdat Märchen - Bir Bağdat Ma
Toplam Görüş: 0
avatar